Sanat mı Zanaat mı Sorusunun Cevabını Arıyoruz - SANATKAR.NET
sanat mı zanaat mı

Sanat mı Zanaat mı

Sanat mı Zanaat mı?

Sanat sözcüğünü duyduğunuzda aklınıza ne geliyor? Mona Lisa gibi bir tablo mu yoksa ünlü bir heykel mi? Ya da belki de bir bina. Peki bir eski vazo, bir yün yorganı ya da üç yüz yıllık bir keman için ne düşünüyorsunuz? Bunlar da birer sanat ürünü müdür? Yoksa Zanaat mı? Pek çok zaman sorulan bir sorudur bu, sanat mı zanaat mı? Peki sanat ve zanaat arasındaki fark nedir, sanat ve zanaat arasındaki fark ne olmalı? Bu sorunun öyle çok da kolay verilebilecek bir cevabı yok. Bir kaşık ya da eyer ustalıkla yapılmışken bir heykel hiç de ilham verici olmayabilir. Aynen her müzik aletinin kullanışlı, her tablo ve heykelin de kendi iyiliği için yapılmış olmaması gibi.

Eğer zanaatı sanattan ayırmak o kadar kolay değilse, nesneleri niçin bu şekilde sınıflandırılıyor olabiliriz acaba? Bunun tarihsel bir gelişimin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Da Vinci ya da Michelangelo gibi insanları efsane sanatçılar olarak görüyor olabiliriz. Tamam, gerçekten yetenekli idiler ama bunun yanı sıra doğru yerde ve doğru zamanda yaşadılar. Çünkü doğumlarından çok kısa bir zaman önceye kadar sanatçı diye bir kavram yoktu.

Ortaçağ’da Sanat

Ortaçağ’da bir Avrupa atölye kime ait olursa olsun, ister bir taş ustasına, altın ustasına, bir şapka ustasına ya da fresk ressamına, baş ustalar lonca yasalarını bire bir izleyerek çırak ve yamakların yıllar sürecek olan çalışma hayatlarında düzenli bir şekilde ilerlemelerini, elde etmeleri gereken statüleri almalarını ve böylece geleneklerin nesilden nesile aktarılmasını sağlarlardı. Patronlar ise bu üreticilere birey olarak değil de bir topluluk olarak yaklaşıyorlardı ve Murano camından yapılmış kadehlerden Flemenk danteline kadar her şey sosyal statü simgesi olarak güzellikleriyle değil, geleneklere olan bağlılıkları ile değer kazanıyordu. Bir marangozluk şaheseri olan bir sandalye, taş bir heykel, altın bir kolye ya da kocaman bir bina. Yapılan ne olursa olsun onu yaptıran yani tüm masraflarını karşılayan daima yapanlardan daha çok ilgi görüyor, takdir ediliyordu.

Rönesans Sanatı

1400’lü yılların başında insanlar sanat ve zanaat arasında ayrım yapmaya başladı. İtalya’nın Floransa şehrinde daha sonra Rönesans Hümanizm diye adlandırılacak olan yeni bir kültürel ideal gelişmeye başlamıştı. Floransalı entelektüeller bireysel yaratıcılığın kolektif üretimden üstün tutularak eski Roma ve Yunan çalışmalarının yeniden düzenlenmesi fikrini yaymaya başladılar. Yüzyıllar boyu metrekare başına ücret alan birkaç cesur ressam, patronlarını hakettiklerini ödemesi konusunda ikna ettiler. Tek bir nesilde insanların objeler ve yaratıcıları hakkındaki düşünceleri inanılmaz bir şekilde değişti.

1550’de aynı zamanda Michelangelo’nun da arkadaşı olan Giorgio Vasari, En Muhteşem Ressam, Heykeltıraş Ve Mimarların Hayatı isminde bir kitap yayımladı. Kitap bu sanatçıları hayatlarıyla ilgili paylaşılan ilginç detaylar sayesinde adeta bir süperstar statüsüne çıkarmıştı. Halkın gözünde resim, heykel ve mimari artık sanat, bunlarla uğraşanlar ise sanatçıydı. Tabii bu arada lonca geleneğini devam ettirerek mumluk, seramik kap, altın, mücevher ya da dövme demir bahçe kapıları yapanlar da halk tarafından zanaatkar olarak görülüyorlardı.

Zanaatkarların çalışmalarının ufak ya da dekoratif sanat olarak kabul edilmesi daha düşük bir statüdeymiş gibi görünmelerine sebep olurken, Batılı dünyada hala var olan sanat ve zanaat arasındaki ayrımı da derinleştiriyordu. Picasso ya da Rembrandt tarafından yapılmış tablolar sanatsa, bir Afrika maskesi bir Çin porselen vazosu ya da bir Navaho halısı için ne söyleyebiliriz? Sanat tarihinde yeniliğe değer verilmesi bir kural değil, sadece bir istisna idi. Ve dünya üzerindeki bir çok kültürde sanat ve zanaat arasında aslında fark yoktu. Hatta zanaat olarak kabul edilen mesela bir Peru halısı, Ming Hanedanlığı’ndan bir vazo ya da bir totem direği o kültürün en önde gelen görsel formları idi.

19.Yüzyıl’da Sanat

19’uncu yüzyılın sanat tarihçileri, Batılı olmayan kültürlerin sanat anlayışlarının bin yıllar boyu değişmediğini görünce bu kültürlerdeki sanatçıların yenilik yapmadıkları için sanatçı olarak kabul edilemeyeceklerine karar vererek bu çalışmaları ilkel olarak sınıflandırdılar. Gözden kaçırdıkları nokta ise bu insanların zaten yenilik peşinde olmadıkları idi. Çalışmaları görsel gelenekleri korudukları için değerleniyordu, değiştirdikleri için değil.

Son birkaç yılda yorganlar, seramikler ya da ağaç oymaları sanat tarihi kitaplarında kendilerine daha fazla yer bularak müzelerde resim ve heykellere eşlik etmeye başladı. O halde belki de artık sanat ve zanaat gibi belirsiz kelimeleri bırakıp estetik anlayışını ön planda tutan, daha geniş bir üretimi içine alan görsel sanatlar terimini tercih etmeye başlamalıyız. Objeler ya da yaratıcıları ile ilgili fikirlerimiz kültür ve tarihimiz tarafından belirleniyorsa belki de sanat ve sanatın tanımı sadece ona bakan gözlerin belirleyebilecek bir şeydir.

Yorum Yazabilirsiniz

Yorum yaptığınız takdirde E-Posta adresiniz yayımlanmayacak


*