Öykü - Sapanca - SANATKAR.NET Sanatkar.Net
Sizden Gelenler

Öykü – Sapanca

Sapanca

Yazan: Tomris S.

Tür: Öykü

Usulca aydınlanmaya başlayan gökyüzünü seyrederken, gözü bahçe duvarına tünemiş bir kargaya takıldı. Kara bakışlarını, ıhlamur ağacının altına kıvrılmış -arada kulaklarının seğirmesi dışında- kıpırtısız uyuyan bir kediye dikmiş, kapkara bir karga. Birden ürperdi. Uğursuzluk filan gibi şeylere pek inanmazdı ama birazdan yapacakları işin, onu mistik hayallere savuran düşünceleri içinde, bu görüntüden huzursuz olmuştu yine de.  Artık parmaklarının arasını yakmaya başlayan sigarasını dışarıya fırlattı, karganın çekip gitmesini umarak. Ama karga, gözünü bile kırpmadı.
-Hazır mısın Selim abi, çıkalım mı?
Nedim’in sesiyle birlikte kargayı, kediyi ve ürpertileri hemen unutarak “Hadi bakalım” dedi.
Göle bakan küçük tepenin yamacındaki ahşap kulübeden çıktıklarında ortalık tamamen aydınlanmıştı.  Tertemiz ve bir o kadar da soğuk havadan derin bir nefes çekti. Göl uzaktan nasıl da suskun duruyordu…  Söyleyeceği her şeyi söylemiş, artık tek laf etmek istemeyen bir suskun gibi.
Vakit kaybetmeden aşağı doğru inmeye başladılar. Yol üzerindeki her bir ağaç, her bir bitki ya da her bir ses Selim’e bambaşka geliyordu. Her şey farklı bir anlam kazanmıştı. Gördüğü ve duyduğu şeyler, güzel kurgulanmış bir filmin kareleriydi adeta. Telefonun aniden çalmasıyla başlayan ve kahramanın heyecan dozu arttıkça seyirciyi de heyecanlandırıp içine alan bir film. Yine tıpkı filmlerde olduğu gibi o da filmin başındaki kahraman değildi artık, değişime uğramıştı. Kısacık sürede yaşanan öyle bir değişimdi ki bu, hayata biraz kafayı takmış insanların klasik soruları “ben kimim” “hayat nedir”lerin cevaplarını birer birer almaya başlamıştı sanki. ‘Belki de bir gün yazmalıyım bunları’ diye geçirdi içinden.
-Selim abi yine unuttun benim hayırsızı.
Selim kafasındakilerin süratine erişmek ister gibi ilerlerken, gerçekten de unutmuştu Nedim’in hayırsız sol bacağını. Çocukcağız ona yetişmek için kan ter içinde kalmıştı.  Körfez’in eskilerde bir numaralı dalgıcı, şimdilerinse bıçkın balıkçısı Nedim. Sünger işinde çok para var diye gittiği Bodrum’dan vurguna teslim ettiği sol bacağıyla dönmüştü.
Selim adımlarını yavaşlatırken Bıçkın Nedim de aldı sazı eline:
-Abi sen gerçekten inanıyor musun bu hikâyeye? Yakup Dayılar onca zamandır kaptırmışlardı da, sen okumuş adamsın yani…
-Bunun okumakla ne alakası var Nedim? Hem daha nesine inanmıyorsun, gölün suları çekildiğinde sen de en az yüz kere gördüğünü söyledin ya.
-Onu demiyorum be abicim, var elbet bir şeyler orada, nasipse birazdan da çıkacak ortaya; hani yani sesler diyorum. Valla ben hiç duymadım. Duydum diyene de inanmadım yani.
Kopkoyu maviliğe dalmış, derinlerde bir şeyler arıyor. Suyun dibi rengârenk. Gördüğü her şey sanki ondan bir şeyler saklıyor; ve sırlarını vermeden yanından geçip gidiyorlar. Oksijenini kontrol ediyor, daha ne kadar kalabilir? Hareketlerinin suda yarattığı boğuk seslere tiz bir tını karışıyor. Kulakları patlayacak gibi. Aradığının bir çift göz olduğunu biliyor, ama doğru denizde mi arıyor, bulabilecek mi, orası meçhul. Hava, biraz daha hava, n’olur… Nefes nefese uyanıyor. Terden sırılsıklam. Işığı açtığında, kapkara bir çift göz derinlerde bir yerde yavaşça kapanıyor. 
Gölün kıyısına indiklerinde ekip çoktan toplanmış, meraklı kalabalığın nezaretindeki hazırlıklar da başlamıştı. Sapanca on gündür bu işle yatıp kalkıyordu. Yıllardır herkesin bir şekilde gördüğü, rivayete göre batık bir kilise olan kalıntı nihayet ortaya çıkarılacaktı. Dalıştan birkaç gün önce gelip biraz araştırma yapmak isteyen Selim için bu batık kilise ve hikâyesi burada geçirdiği günlerle birlikte artık başka anlamlara bürünmüştü.
Yakup Dayı ile tanıştığında önce göldeki piranhaları dinlemişti ondan. Geçen sene suların bu yağmacı ve canavar balıklarını keşfetmeden evvel nasıl da herkesi hayretlere düşüren olaylar yaşanmış.  “Selim kardeş 35 senelik balıkçıyım, öyle şey görmedim” diyordu Yakup Dayı. Ağlara ve oltalara takılan, her zaman tutmaya alışık oldukları koca koca balıkların kafaları dışında başka bir şey çıkmıyormuş o günlerde sudan.  Gölün var olan efsanelerine bir de bu eklenince herkesi bir korku sarmış. Geçimlerine göz dikenlerin piranhalar olduğu anlaşılınca da balıkçılar ne yapacaklarını şaşırmışlar. Göl burası, tatlı su; piranhanın işi ne? Olay büyümüş, söylentiler almış başını gitmiş. Velhasıl kelam, gölden gelen çan seslerine bir de gövdesiz ölü balıklar eklenince… Selim hikâyenin burasında şaşkınlıktan neredeyse sandalyesinden düşecekti.
-Çan sesleri mi, diye sordu sesi titreyerek.
Yakup Dayı ile kendisinin etrafını sarmış emektar balıkçıların her birinden heyecanlı cümleler dökülmeye başladı.
-Çan sesleri ya, anlatsana Yakup Dayı!
-Şşşş, ağrolun beyler, anlatıyoruz işte.
Yakup Dayı rakısından uzun bir yudum alıp, teneke mangaldaki balıkları kontrol ederek, herkesin ağzından çıkacakları bekliyor olmasının keyfini sürdü bir süre.
-Dinle yiğenim,  benim babalık Rıfkı Reis’le balığa ilk çıktığım gündü. Şafak daha tam sökmemiş, hava şimdiki gibi buz. Gölde böyle ağır ağır gidiyoruz. Bir sis inmiş gölün üstüne ki bizim şıpıdık lüks lambası olmasa Rıfkı Reis’in bile yüzünü göremiycem.  Ama baba gölü avucunun içi gibi biliyor işte. Derken bir ses duydum. Hemen bacağına yapıştım babanın. “Korkma” dedi, “Maria’nın çanı bu”. “Bereketimiz bol olacak, onu haber veriyor.” Sonra başladı hikâyeyi anlatmaya. Burda bizden çok önce başkaları yaşarmış. Hani filmlerde görüyoruz ya, ecnebiler. İşte günlerden bir gün kucağında el kadar bebekle, su gibi bir kız çıkagelmiş. Kız dilsiz, neyin nesi, kimin fesi kimse bilmiyor. Maria adını takmışlar kıza. Bir de bi gözleri var kızın, kapkara, içine bakan delirecek sanırmış. Dedikodunun bini bir para. Atmışlar papazın önüne kızı. Asılsın demişler. Kendi de günah tohumu bebeği de asılsın. Papaz az da olsa hakikatli adammış. Kız tamam ama bebeği öldürmek bize yakışmaz demiş. Çocuğu olmayan birine verelim bebeği, kızı da asalım. Bebeği kucağından koparmışlar, kızı da zindana atmışlar. Maria bütün gece ağlamış, öleceğine değil ha, bebesinden ayrıldığına. Ertesi gün tüm ahali kilisenin önüne toplanmış. Maria’yı çıkarmışlar darağacına. İdamı duyuran çanlar çalmaya başladığında, yerin altından korkunç bi gümbürtü kopmuş, yer gök birbirine girmiş. Her yeri sular kaplamış, her şey de bu sulara gömülmüş. İşte o gün bugündür Maria sesini duyurabilmek için kilisenin çanını çalarmış. Kendisini kurtarsınlar, o da gidip bebeğine kavuşsun diye. Öyle her göle inene de çalmazmış Maria çanını ha. Onu kurtarabileceğine inandığı, sağlam, kendine güvenen birileri oldu mu anca. Rıfkı Reis’in babası çan seslerini duyuyosan bereketin bol olacak dermiş. Herkese nasip olmaz. Hakikaten de Selim kardeş, baba bunları anlatırken bizim ağlarda bi hareket bi hareket. İnanmazsın, na böyle kafaları kafam kadar balıklar, nerdeyse ağdan taşmıştı o gün.
Hani bazı anlar vardır hayatta. Yaşıyor olmamızın, varoluşumuzun tek nedeninin o ana kavuşmak olduğunu hissederiz karşılaştığımızda. Zaman durur ve diğer her şey önemini yitirir. An geçer, sonrasında ise kişi artık aynı kişi değildir. İşte Selim için de o an, bu hikâyeyi duyduğu andı. Sanki tüm yaşamını bu anla buluşmak için geçirmişti. Yaşadığı, yaptığı, seçtiği her şey onu bu ana hazırlamak içindi. O geceden sonra yıllardır içinde duyduğu eksiklik ve yoksunluk hissinin açtığı boşluğun yerini alan tarifsiz coşkuyla göle ineceği sabahı beklemeye başlamıştı.
Oksijen tüpünü sırtından söküp atıyor. Dışarıda bile hiç tatmadığı kadar taze bir hava doluyor ciğerlerine. Kolları ve bacakları artık ona yön sormuyor. Yüzmekle uçmak arası bir devinimle ilerliyor mavilikte. Sese yaklaştıkça kalbi de hızlanıyor. Ve sonunda gözleri maviliğin içinde onu bir mıknatıs gibi kendine çeken kapkara gözlerle buluşuyor. Tüy gibi hafif artık. Elini uzatıyor ve kendine uzanan narin eli tutuyor.
Hazırlıklar tamamlandı. Birazdan Sapanca’nın suskun, yüzyıllardır hikâyelerini anlatmaktan ve dinlemekten yorulmuş sularına açılacaklar. Selim aşağıda ne görürse görsün göreceği şeyin, yıllardır hapsolmuş ruhunu özgürleştireceğini bilerek motora atlıyor.

Yorum Yazabilirsiniz

Yorum yaptığınız takdirde E-Posta adresiniz yayımlanmayacak


*