ULAMA
Yazan: Aslı U.
Tür: Öykü
Üç karış ördüğü sabun bezini söktü hiç acımadan. Sinirli sinirli doladı sökükleri yumağa. Yetmedi, mili aldı birer birer beceriksiz parmaklarına batırdı. Örgü bilmeyen er bulamazdı, dikiş bilmeyen yer bulamazdı. Çamaşır katlanırken üç kez çırpılmalıydı. Bulaşık yıkarken akan suyun altına sabunlular konmalıydı.
Gereklilikler yağıyor çinko çatıya. Her biri ayrı azar, her düşüş tuhaf bir nazar. Küçüklüğünde gelen laflar evliliğinde de devam ediyor. Her başlangıç bir devam. Değişen bir şey olmuyor. Feride üşüyor. Sevmiyor doluyla gelen kıyameti. Aralıyor ağır pencereyi. Beyaz beyaz taneler içeri doluşuyor. Divana düşenlerden birini alıp bıçakla kesiyor Feride. Hınçla dışarıya atıyor.
Ev dediğin şamatalı olmamalıydı. Tül perde hep çekili durmalıydı. İçteki dışa belli edilmemeliydi. On yaşında bir kız göğüs uçlarını bez sarıp gizlemeliydi. Dolu yağmamalıydı. Evin sessizliğini bozardı. Limonu, portakalı talan ederdi. Evin hanımı doluyu kesecekti ki dolu kesilsindi. Hanım dediğin evinin içini de dışını da koruyan olmalıydı.
Ayak ucundaki ulamayı çekiyor üstüne. Devamlardan bir sürü parça. Feride gelin gittiği evde dizmiş onları yan yana, kirazlı olanını da yana yana.
“Abla benim eteğim niye dönmüyor? “
“Seninkilerin üstünde kiraz yok da ondan.”
Etek döne dolaşa Feride’nin üstüne geliyor. Solmuş kirazlar. Sidikli zamanların kara pazen donlarından parçalar, yoluyor kanatlarını kirazların. Ablası kirazlara üzülüyor, varamadığı Hüsam’a üzülüyor. Köprüden atıyor kendini dereye. Islak ıslak gelin gidiyor ölüme.
Yolma saçımı anne benim bir günahım yok. İp atlamanın nesi günah? Memelerimi iyice sardım hoplamadılar. Altımdan çıkan kanlı pamukları gazetelere sararak atıyorum anne. Gören olmuyor.
Bilmiyor kimse büyüdüğümü, beni hala çocuk sanıyorlar. Çocuğum ben anne, günah yazılmaz daha bana. Mustafa’ya bakmam da yalandan, mahsustan aşıkmışım gibi yapıyorum. Kız kısmı bakmaz yoksa ona buna biliyorum. Allah küser, Allah yakar, Allah bela yazar.
Üstünde tel tel motifler, mutsuz bir turuncu düşüyor ulamanın üstüne. Feride’nin pınarlarından damlalar süzülüyor. Mustafa şimdi iki ev ötede, üç çocuğu ve bir karısıyla oturuyor.
“Seni Murat’a verdik. İçkisi yok, kumarı yok, sigarası yok. Mallı, mülklü. Dükkânı var. Kaç dönüm toprağı var.”
Bir sigara yakıyor Feride. Derin bir nefes çekiyor. Murat sigara içmez. Feride’nin arada bir tellendirmesine de bir şey demez. Murat kimseye bir şey demez, diyemez. Murat iyi çocuk. Murat boynu eğri çocuk. Murat hımbıl çocuk. Murat boynuzlu. Murat üzgün. Kızgın değil ama, kızgınlık nedir bilir mi ki Murat? Anası bilir, babası bilir, iki abisi bilir. Saç yolmayı da bilirler, küfür etmeyi de. Dudak patlatmayı da bilirler, yerde sürümeyi de.
“Günah deyip durma Cevat. Kötü insanlar değiliz ki biz. Bak bana parmağımdaki yüzüğü unutup yanına gelmişim. Gidelim buralardan. Kim ne derse desin. Burada çıraksan başka yerde de çırak olursun iş mi yok?”
Uzayan külün bir parçası düşüyor, mavi parçanın böğründe dumanlı bir gri oluyor. Cevat’ın gidişiyle günahkâr, eli böğründe kalışını görüyor Feride, üstünde birlikte gidişleri için özenle giydiği mavi elbise. Hıçkırıklara boğuluyor. Hırsla kara saplı bıçağı alıyor eline ulamayı delik deşik ediyor. Cevat uzakta. Murat dükkânda. Ağızlar susmuyor. Laflar bitmiyor. Evin duvarları, camların perdeleri yetmiyor günahını saklamaya. Feride orospu, Murat boynuzlu.
Rahatlıyor Feride. Dışarıya bakıyor. Dolu kesilmiş. Yerdeki lime lime parçaları süpürüyor. Öğle vakti. Odasına gidip kırmızı bir ruj çalıyor dudaklarına. Yemeğin altını yakıyor. Telefonu alıp dükkanın numarasını çeviriyor sonra. “Geliyorsun değil mi?” Onaylıyor karşıdaki. Hiddetinden arta kalan hıçkırıkları bastırmaya çalışıyor ve gülümsüyor. Yeni bir şey yok ki. Kadın dediğin en iyi bunu bilmeli. Düzen neyse ona devam etmeli. Dikiş tutturamadığı lime lime parçalar geliyor aklına. Neyse ki yarın pazar kuruluyor, orada her şeyin hazırı oluyor.
Yorum Yazabilirsiniz