On Dokuzuncu Yüzyıl Sanatı ve Sanat Tarihi - SANATKAR.NET
On Dokuzuncu Yüzyıl Sanatı

On Dokuzuncu Yüzyıl Sanatı

Bu yazımızda On Dokuzuncu Yüzyıl Sanatı ‘ndan bahsedeceğiz. Nelerden ve kimlerden mi bahsedeceğiz.  Romantizm’den Empresyonizm’e, Realizm’den Post Empresyonizm’e, Estetik Akımı’ndan Sembolizm’e, Caspar David Friedrich’ten Jean-Francois Millet’e, Gustave Courbet’ten Claude Monet’e, Pierre Auguste Renoir’den Katsushika Hokusai’ye, Paul Cezanne’den Van Gogh’a, James McNeill Whistler’dan Antoni Gaudi ve Edvard Munch’a. Sanat akımları ve bu akımların öncülerini inceleyeceğiz.

Sanat tarihinde başka yolculuklara çıkmaya ne dersiniz. Eğer sanat tarihine ilginiz var ise;

Çağdaş Sanat

Rönesans Sanatı

Orta Çağ ve Bizans Sanatı

Yakın Doğu ve Antik Mısır Sanatı

Antik Yunan ve Roma Sanatı

Barok, Rokoko ve Neo Klasik Dönemi

Yirminci Yüzyıl Sanatı

ile ilgili yazılarımız da ilginizi çekebilir.

On Dokuzuncu Yüzyıl Sanatı

18 ve 19’uncu yüzyılda Kraliyet Sanat Akademileri muazzam güç toplamıştı. Neo klasik sanatçıların kontrol altında tuttuğu bu sanatsal tat ve üslup imparatorları, bir sanatçının kariyerini baştan yapabilir veya sonlandırabilirdi. 19’uncu yüzyıl başlarında küçük bir isyankar sanatçı topluluğu bu şeytani sanat imparatorluğuna karşı savaşmak için birleşti.

Romantizm

19’uncu yüzyılda bazı sanatçılar sanatta neo klasik entellektüel yaklaşımı sevmiyordu. İlk baş kaldıranlar romantik sanatçılardı. Ancak bu romantizm aşkla ilgili değildi. Dehşet, acıma, heyecan, direnme gibi duygular dahil herhangi bir duyguyu harekete geçirmekle ilgiliydi. Romantik sanatçılar insanın doğayla olan ilişkisiyle ve insanın doğanın tehlikesi, güzelliği ve gizemine verdiği duygusal tepki ile ilgileniyordu. Bulutların Üzerinde Yolculuk adlı tablosunda Alman sanatçı Caspar David Friedrich, sisler içinde yalnız bir adamın manzaraya bakıp düşüncelere daldığı andaki duygusunu yansıtıyordu.

Caspar David Friedrich - Bulutların Üzerinde Yolculuk
Caspar David Friedrich – Bulutların Üzerinde Yolculuk

Realizm

Realizm adlı akımın bir parçası olan Jean-Francois Millet, Tohum Serpen Adam’ı 1850’de çizdi. O dönemde pek çok sanatçının olduğu gibi Jean-Francois Millet de bir çiftçi çocuğuydu. Çiftçi çocuğu olarak doğan sanatçılar için tarihten çarpıcı bir olay veya hayali sahneler değil, sanatçının hayatı nasıl görüyor ve yaşıyorsa o şekilde yansıtması önemliydi.

Jean Fracois Millet - Tohum Serpen Adam
Jean Fracois Millet – Tohum Serpen Adam

Gerçeği özüyle olduğu gibi anlatmaya yönetenlerden biri de Gustave Courbet‘ti. Ornans’ta Cenaze adlı tablosu sanatçının büyük amcasının köydeki cenaze törenini gösteriyordu. Gustave Courbet profesyonel modeller kullanmak yerine cenaze törenine gerçekten katılan insanları çizdi. Olayın dramasını katmerlendirecek romantiklerin aksine Courbet yas tutanların duygularına olan vurguyu azaltıyordu. Hiçbir zaman utangaç ya da mütevazi olmayan Courbet Ornans’ta Cenaze’yi romantizmin cenazesi̇ ilan etti.

Gustave Courbet Ornans'ta Cenaze
Gustave Courbet Ornans’ta Cenaze

1830’lu yıllarda fotoğrafçılık yeni yeni ortaya çıkmaya başladığında portre fotoğrafçılığı birçok sanatçı için asıl iş alanıydı. Fakat sadece siyah beyaz olan fotoğrafçılık benzerliği ölümsüzleştirmenin daha hızlı ve ucuz yoluydu. Günümüzde bir portre çekimi göz açıp kapayıncaya kadar yapılıyor. Fakat o zamanlar esere renk vermek ressamların yapabildiği fakat fotoğrafçıların yapamadığı bir şeydi.

Empresyonizm

Empresyonistler sanata daha önce hiç görülmemiş biçimde renk kavramını getirdiler. Claude Monet aynı konuyu günün farklı zamanlarında resmederek ışığın renkleri nasıl etkilediğini çizdi. Rouen Katedrali adlı bu resim di̇zi̇si̇nde empresyonistler doğada gördüklerini anlık resimlere stüdyoda değil açık havada yansıtmaya çalıştılar. Kalın boyayla kısa fırça darbeleri kullanarak titreşime doymuş renkleri yan yana koydular. Böylece resme bakan gözler bu renkleri harmanlıyordu. Resme yakından bakıldığında fırça darbeleri görülüyor ancak resimden uzaklaşınca renkler iç içe geçmeye başlıyordu.

Claude Monet - Rouen Katedrali
Claude Monet – Rouen Katedrali

Pierre Auguste Renoir, Salıncakta adlı tablosunda ağaçların arasından süzülen benekli ışık yöntemini kullandı. Bu resimde fırça darbeleri hafif, figürlerin kenar çizgileri de kaba taslak bir biçimde belirtilmişti.

Pierre Auguste Renoir - Salıncakta
Pierre Auguste Renoir – Salıncakta

Salon tarafından reddedilen empresyonistler 1873’te kendi sergilerini açtılar. O dönemde Asya ülkeleriyle ticaret hızlanmış bir çok sanatçı Japon tahta baskılarından etkilenmişti. Katsushika Hokusai Japon adası çevresindeki okyanus gücünü grafik çizimi ile betimliyordu. Japon sanatçılar diğer sanatçıların dünyaya yeni bir bakış açısıyla bakmasına ve nesneleri düzenleyip değişik bir üslupla yorumlanmasına yol açtılar.

Katsushika Hokusai - Büyük Dalga
Katsushika Hokusai – Büyük Dalga

Post Empresyonizm

Post empresyonistler empresyonizm fikirlerini aldılar fakat daha sonra bunları kendilerine göre yorumladılar. Paul Cezanne biçimlerine biraz daha fazla katılık ve yapı katmak istedi. Aynı zamanda kompozisyonuna uyan yerlerde şekilleri kasten bozdu ve linear perspektifin kurallarını göz ardı etti. Cezanne inanılmaz yavaş çalışıyordu, iki fırça darbesi arasında genelde 20 dakika beklerdi. Natürmort tablolarını bitiremeden çizdiği meyveler çürür, çiçekler kururdu.

Paul Cezanne - Mutfak Masası
Paul Cezanne – Mutfak Masası

Paul Cezanne ne kadar yavaş çiziyorduysa Van Gogh da onun tam tersiydi. Van Gogh’un tabloları, coşkulu fırça darbeleri ve değişken renklerle onun bitmek bilmeyen enerjisini yansıtıyordu. En ünlü tablosu Yıldızlı Gece’yi Saint Remyki’deki hastane odasında ölümünden bir yıl önce çizmişti. Van Gogh ilerde eserlerinin ne kadar değerli olacağından habersizdi bu yüzden hayatı boyunca tek bir tablo satabildi.

Van Gogh - Yıldızlı Gece
Van Gogh – Yıldızlı Gece

Estetik Akımı

19’uncu yüzyılın sonunda sanat dünyası farklı akımlara bölünmüştü. Estetik akımının haykırdığı şey, sanat için sanattı. Ve sanatın belirli bir konu için değil, sadece sanatsal değerler için yapılmasını öngörüyordu. Bu yüzden James McNeill Whistler tablolarına tıpkı bir müzik kompozisyonuymuş gibi isimler verirdi. Kız arkadaşını çizdiği bir tabloya Beyaz Senfoni No:1 adını verdi.

James McNeill Whistler Beyaz Senfoni No 1
James McNeill Whistler Beyaz Senfoni No:1

Art Nouveau yani Yeni Sanat, Asyalı sanat tasarımlarının etkisini ve doğayı baz alan dalgalı çizgiler içeriyordu. Antoni Gaudi Casa Batllo isimli eserinde mimarideki çizgileri olabildiğince azaltarak binanın insan ürünü değil de doğa tarafından şekillendirilmiş gibi görünmesi için doğal oluşum izlenimi yaratan desenler yapmıştı.

Antoni Gaudi - Casa Batllo
Antoni Gaudi – Casa Batllo

Sembolizm

Sembolizm, görsel sanatı daha derin anlamlar barındırsın diye bir metafor olarak kullanmaya çalıştı. Fakat bu semboller kişiye özeldi. Edvard Munch ünlü tablosu Çığlık’ı “Mavi siyah fiyord ve şehir üzerinde kanlar, tonlarca ateş hüküm sürerken arkadaşlarım yürümeye devam etti, ben geride kaldım. Endişeyle titreyerek doğadaki o en büyük çığlığı hissettim” şeklinde anlatmıştır.

Edvard Munch - Çığlık
Edvard Munch – Çığlık

19’uncu yüzyıl dünyası Alman, Fransız ve Macar gibi belirli tema ve üslupları tanımaya başlamıştı. Değişim hızlanıyor ve sanat dünyası birçok farklı akıma ayrılıyordu. Dünya çapında gelişmiş ulaşım ve ticaret sayesinde batı sanatçısı görmenin batılı olmayan yöntemlerini ve küresel bakış açılarını öğrenmişti. Böylelikle sanatçıların daha radikal sanat ufuklarını keşfetmelerinin yolu açılmış oldu.

Bu yazımızda sizlere On Dokuzuncu Yüzyıl Sanatı ‘ndan bahsettik. Umarız sıkılmadan okumuşsunuzdur.

Yorum Yazabilirsiniz

Yorum yaptığınız takdirde E-Posta adresiniz yayımlanmayacak


*